Yesim Ersavaş

Soma’nın Anısına…

Psikologlar öğrenilmiş çaresizlik ile ilgili bir pire deneyi yaparlar. Önce pirenin normal şartlarda ne kadar zıpladığını araştırırlar. Pirenin doğal koşullarda 50 cm zıpladığını görürler. Ardından pireyi yüksekliği 30 cm olan cam bir kavanoza koyarlar ve kavanozun ağzını kapatıp, alttan ısıtırlar. Kavanoz ısındıkça, pire de ısınır ve zıplar, zıpladıkça kapağa çarpar. Pire, bir süre sonra kapağa çarpmamak için 29 cm sıçramaya başlar ve düşer. Pire kavanoza çarpmamak için 29 cm sıçramayı alışkanlık haline getirdikten sonra kavanozun kapağını açarlar. Sonuç ilginçtir. Pire kapak olmadan önce 50 cm zıplarken artık 29 cm zıplamaktadır. Pire bu deneyle 29 cm’ den fazla sıçrayamayacağını öğrenmiştir.

soma-anisinaDeğiştiremeyeceğimizi düşündüğümüz pek çok olumsuz deneyimi bizler de kabullenip öyle yaşamıyor muyuz? Bir de buna kaderciliği eklediğimizde, pek çok olay karşısında elimiz kolumuz bağlı, çaresiz, içimizdeki gücün farkında olmayan bireylere dönüşüyoruz.

Önlem almamak için kadere mi sığınıyoruz? Kaderimde varsa olur mantığı ile önlem almaktan kaçınıyor muyuz? Ya da önlem almamanın bahanesi olarak kaderi mi gösteriyoruz? Gerekli önlemleri alıp, sonrasında kadere teslim olmamız gerekmiyor mu?

Aynı gezegende, aynı çağda yaşadığımız halde neden bir ülkede insana değer verilip tüm önlemler alınırken, başka bir ülkede bunun tam tersi yaşanıyor?

Bir süredir düşünüyorum, telefonların en son modelini takip edip, sahip olmak için sıraya giriyoruz. Araştırıyoruz, özelliklerini öğreniyoruz, bütçemizi kontrol edip, nasıl sahip olabileceğimizin planlarını yapıyoruz. Telefon gibi son moda olan hiçbir şeyden geri kalmak istemiyoruz. Ne var ki konu insanın emniyeti, güvenliği olduğunda birden düşüncelerimiz bizi çaresizliğe ve kaderciliğe itiyor.

Son model telefon sahibi olmak için de hiçbir şey yapmadığınızı “Kaderimde varsa sahip olurum, yoksa olmam” dediğinizi ve hiçbir çaba harcamadan beklediğinizi düşünün. Sizce telefona sahip olma şansınız ne kadardır?
Aynı ülkede, bir taraftan teknolojiyi güncel olarak takip ederken, diğer taraftan taş devrindeymiş gibi yaşamak size de tuhaf gelmiyor mu?

Soma’da hayatını kaybeden insanlarımızın da çok daha iyi şartlarda, insan gibi çalışmaya ve yaşamaya hakları yok muydu?

Hayatını kaybeden bir madenci yakının paylaştıkları bana çok anlamlı geldi. “Yeğenim beni faciadan sonra cep telefonu ile aradı ve iyi olduğunu, diğer arkadaşlarıyla birlikte bir köşeye sığındıklarını söyledi, ancak bir süre sonra ben onu aradığımda telefonu cevap vermedi”

Bunun üzerinde düşündüm. Bu vatandaşımız iletişim özgürlüğüne sahip olduğunun farkındaydı ve bir cep telefonuna sahipti, hatta yakınları merak etmesin diye kötü şartlarda olsa bile yakınlarını aramanın sorumluluğunu ve farkındalığını taşıyordu. Buraya kadar ne kadar sevindirici diye düşünüyorsunuz. Ancak aynı vatandaşımız, çalıştığı şartların daha iyi olması gerektiğinin, daha iyi şartlarda çalışarak ailesine bakabileceğinin ne yazık ki farkında değildi.

Yaşanan faciadan beri pek çoğumuzun paylaştığı ortak duygular: Kızgınlık, öfke, çaresizlik, üzüntü. Şimdi hep birlikte düşünmemiz gerekiyor. Bu duyguları tersine çevirmek için neler yapmalıyız? Aynı acıları tekrar yaşamamak için hangi önlemleri almalıyız? En önemlisi de insanlarımıza, yaşama haklarının, çalışma ortamlarının daha iyi olabileceği konusunda nasıl farkındalık yaratabiliriz? Öğrenilmiş çaresizlikten nasıl kurtulabileceklerini nasıl öğretebiliriz? Kısacası insanca yaşayabileceklerinin farkına nasıl vardırabiliriz?

Soma’da hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına Allah’tan sabır diliyorum.

Başımız sağ olsun.

Post a Comment